Annenin Gözyaşları


Michigan Gölü'nün yakınında güzel güneşli bir gündü. Bir araba yavaş yavaş ilerliyordu. Arka koltukta oturan kadın düşünceli bir şekilde pencereden dışarı bakıyordu. İlkbaharın başıydı. Kadın oraya ilk gittiği günü hatırladı. Yıllar ne kadar da çabuk geçmişti! O zamanlar, arabası yoktu, oraya yürüyerek gitmişti, gözlerinde yaşlarla ve kucağında bir bebekle...

Araba gideceği yere yaklaşıyordu. Kadın küçük yetimhaneyi ve dşarıda oynayan çocukları gördü. İçlerinden biri arabayı gördü ve diğerlerine seslendi:

"Bakın! Bir araba buraya geliyor!"

"Belki de Candy ya da Annie bizi görmeye geliyordur", dedi bir kız.

"Hayır. Bu onların arabası değil."

Araba Pony'nin Evi'nin önünde durdu ve meraklı çocuklar onun etrafını sardı. Şoför arabadan indi ve arka kapıyı açtı. Kadın arabadan indi. Çocuklar dikkatlice ona bakıyordu. Otuzlu yaşlarındaydı ama hâlâ çok güzel, sarışın ve yeşil gözlü bir hanımdı. Belki de içlerinden birini evlât edinmeye gelmişti?

Kadın şefkatle onlara baktı ve gülümsedi.

"Siz hepiniz burada yaşıyorsunuz, öyle değil mi?" diye sordu.

"Evet", diye cevap verdi küçük kız.

"Buraya mutlu musunuz? Size iyi bakıyorlar mı?"

"Elbette mutluyuz" dedi küçük kız. "Bayan Pony ve Rahibe Maria bize annelerimizmiş gibi davranıyorlar, her ne kadar bazen bize kızıp bizi cezalandırsalarda..."

Kadın ona gülümsedi. Kızına iyi bakıldığını bildiği için mutluydu.

"Ama annelerimiz değiller. Onlar çok daha iyi", dedi bir çocuk.

"Kapa çeneni..." diye onu susturmaya çalıştı küçük kız.

"Hayır" diye cevap verdi çocuk. "Ailem beni bir eşyaymışım gibi terk etti."

Bu sözler kadının kalbini kırdı.

"Belki... bunun senin için daha iyi olacağını düşündü... Belki, senin onlarla birlikte acı çekmeni istemediler ve sana daha iyi bir aile tarafından evlât edinme şansı vermek istediler" dedi kadın tereddüt ederek.

"Yetim olmaktansa onlarla birlikte acı çekmeyi tercih ederdim", dedi çocuk sinirli bir şekilde.

Bu sırada birisi yetimhanenin kapısını açtı. Bu, Rahibe Maria'ydı; çocukların oyun oynamayı bıraktığını fark etmişti ve şu anda ne yaptıklarını merak etmişti.

"Neler oluyor..."

Kadını görünce durdu.

"A, iyi günler."

"İyi günler", diye cevap verdi kadın. "Bu yetimhaneden sorumlu olan kişiyle konuşmak istiyordum."

"Elbette. Lütfen içeri buyrun."

Böylece, Rahibe Maria ve beklenmedik ziyaretçi çocukların merak dolu bakışlarının önünde küçük yetimhaneye girdiler. Rahibe Maria kadını onu sıcak karşılayan Bayan Pony'nin odasına götürdü. Rahibe Maria üç fincan çay getirdi ve konuşmaya başladılar.

"Size nasıl yardımcı olabilirim, Bayan..." diye söze başladı Bayan Pony.

"Berington, Mary Berington. Şey... Nereden başlayacağımı bilmiyorum... Ben... Ben buraya size kızımı sormaya geldim."

"Bize kızınızı mı sormaya geldiniz?" diye sordu Bayan Pony şaşkınlıkla.

"Evet... Onu 19 yıl önce bu yetimhanenin önüne bırakmıştım... İsmi Candice'di."

"Candice?!" diye haykırdı Bayan Pony ve Rahibe Maria aynı anda.

"Evet... O zamanlar çok zor bir durumdaydım... Bebeğime bakamadım... Ve onu bir yetimhaneye bırakmanın daha doğru olacağını düşündüm. Param yoktu... Candice'nin babası beni terk etmişti ve ailem bebeğimi istememişlerdi çünkü evli değildim... Böylece onu bıraktım... Ama bu yüzden kendimi hep suçlu hissettim. Her zaman kızımın nasıl birisi olduğunu, mutlu olup olmadığını, onun iyi birileri tarafından evlât edinilip edinilmediğini merak ettim... İnanın, bugüne kadar çok şey yaşadım. Artık hayatımı bir düzene koydum ama bu suçluluk duygusuyla huzur içinde yaşayamıyorum. Lütfen, bana onu nerede bulabileceğimi söyleyin... Onunla tanışmak ve ondan af dilemek istiyorum. Onun evlât edinilip edinilmediğini bilmiyorum ve belki de onu terk ettiğim için benden nefret ediyordur ama..."

"Sizden nefret etmiyor", diye onun sözünü kesti Bayan Pony. "Candy her zaman bir annesinin olmasını istedi ve eminim ki annesinin kendisini aradığını öğrenince çok mutlu olacak."

"Evlât edinilmedi mi?"

"Evet, çok zengin bir adam olan Bay Audrey tarafından evlât edinildi, ama O evli değil ve onun ağabeyi yaşında."

"Öyleyse zengin bir kız olarak güzel bir hayatı olmalı."

"Bunu onun kendisine sorabilirsiniz", dedi Bayan Pony gülümseyerek. "Kocasıyla birlikte New York'ta yaşıyor."

"Kocası mı? Evlendi demek..."

"Evet. Size onun adresini vereceğim, sizi görünce çok mutlu olacağına eminim", dedi o ana kadar konuşmayan Rahibe Maria.

"Umarım", dedi kadın.

Akşama kadar konuştular. İki ev sahibi Mary'yi cesaretlendirdiler ve Candy'nin çocukluğundan bahsettiler. Candy'nin çocukken yaptığı yaramazlıkları, her zaman diğer insanlara yardım etmek istemesini, ne kadar neşeli bir insan olduğunu anlattılar. Mary adresi aldı ve onlara kendisi ve kızı için yaptıkları her şey için teşekkür etti. Candy'yi tanımak için sabırsızlanıyordu, özellikle de yaptıkları bu uzun konuşmadan sonra. Arabasına döndü. Hava kararıyordu ve yakınlarda kiraladığı evine dönmeliydi. En kısa zamanda New York'a gidecekti ve kızıyla konuşacaktı. Candy'ye onun annesi olduğunu nasıl söyleyecekti? Candy nasıl tepki gösterecekti? Candy'nin kendisinin yüzünü görmek istememesinden korkuyordu ama Bayan Pony ve Rahibe Maria onu yeterince cesaretlendirmişlerdi. Kızıyla konuşacaktı ve Candy onu affetmese de, onunla tanıştığı için memnun olacaktı.

*****



Candy hâlâ yatağında uyuyordu. New York'ta harika bir gündü. Güneş ışınları pencereden içeri süzülüyordu. Kuşlar dışarıda şarkılarını söylüyor ve baharın gelişini haber veriyorlardı. Candy gözlerini açtı ve etrafına baktı. Kalktı ve pencereyi açtı.

"Oh, ne kadar güzel bir gün!" diye düşündü. "Terry burada değil ve evde yalnız kalmak zorundayım... Ne kadar sıkıcı..."

Yaklaşık üç yıl önce Albert, aile şefi olarak sorumluluklarını üstlendikten sonra, Candy'ye Chicago'daki hastanede eski işine dönmesine yardım etmişti. Candy orada yaklaşık iki yıl çalışmıştı. Bu zaman süresince, arkadaşları Archie ve Annie evlenirken, onun hayatında hiçbir değişiklik olmamıştı. Ama bir gün Terry yeniden hayatına girmişti. Ona Susanna'nın artık kendisini özgür bıraktığını ve hâlâ onu sevdiğini söylemişti. Böylece, evlenmişlerdi ve New York'a taşınmışlardı.

Candy orada bir hastanede iş bulmuştu. Arkadaşları sık sık onu ziyarete geliyordu. İki hafta önce Terry bir aylığına bir turneye çıkmıştı. Candy işi yüzünden ona eşlik edememişti. Ancak son hafta üşütmüştü ve doktor ona tamamen iyileşene kadar evde kalmasını söylemişti; onun yüzünden diğer hastaların daha fazla hastalanmasını istemiyordu. Ve şimdi Candy evde yalnız kalıyordu. O gün kendini çok daha iyi hissediyordu ve bu güzel günü evde geçirmeye hiç niyeti yoktu. Üzerindekileri değiştirdi ve kendisine yiyecek birşeyler hazırladı. Birden birisi kapıyı çaldı. Candy onu açmaya gitti.

"Geliyorum" dedi, kim olduğunu merak ederek.

Kapıyı açtı ve güzel ve iyi giyimli sarışın bir kadın gördü. Kadın kapıyı açan çilli genç kızı görünce heyecanlandı.

"Bayan Pony ve Rahibe Maria'nın anlatıkları kıza benziyor", diye düşündü Mary.

"İyi günler", dedi Candy. "Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"O, iyi günler... Bayan Grandchester'la görüşmek istiyordum."

"Buyrun, benim. Sizin için ne yapabilirim?"

Kadın daha çok heyecanlandı. 19 yıldır görmediği kızı karşısında duruyordu! Ama sakinleşmeli ve hislerine hâkim olmalıydı.

"Ah, ne kadar düşüncesizim! Lütfen içeri buyrun."

Candy onu salona davet etti.

"Bir şey içmek ister miydiniz?" diye sordu beklenmedik misafirine.

"Hayır, teşekkürler. Bir şey içebileceğimi sanmıyorum. Sadece sizinle konuşmak istiyorum."

"Peki", dedi Candy merakla ve kadının karşısındaki koltuğa oturdu. "Evet, sizi dinliyorum."

"Şey... Nereden başlayacağımı bilmiyorum..." diye konuya girdi Mary. "Belki de sana her şeyi başından anlatmalıyım... Ben bir çiftçinin kızıydım. 15 yaşmdayken, zengin bir adamla tanıştım ve ona âşık oldum. Onun da ciddi olduğunu sanmıştım, ama daha sonra onun sadece benimle eğlendiğini anladım..." dedi Mary üzütüyle o günleri hatırlayarak.

"Sizin için çok üzgünüm, ama doğruyu söylemek gerekirse bana bunları neden anlattığınızı anlamıyorum..."

Mary hikâyesini anlatmaya devam etmeyi tercih etti.

"Birkaç ay sonra, ona hâmile olduğumu söylediğimde, bebeğin kendisinden olduğunu kabul etmek istemedi. Annem ve babam bunu öğrendiğinde çok sinirlendiler ve beni şehirdeki amcamın yanına gönderdiler. Böylece bebeğim orada doğdu ve kasabamızdakiler bu olayı öğrenmedi. Ailem bana eğer eve dönmek istiyorsam, bebeğimden kurtulmam gerektiğini söyledi."

"Böyle korkunç bir şeyi nasıl söyleyebildiler?" dedi Candy durumu kafasında canlandırarak. "Peki siz ne yaptınız?"

"Ben bebeğimden ayrılmak istemiyordum. Ama çok kötü bir durumdaydım. Amcam bana yardım edemezdi, onun o az maaşıyla bana ve bebeğime bakabilmesi çok zordu. Bir iş bulmaya çalıştım, ama kimse gayrımeşru bir bebeği olan birini işe almak istemiyordu. Bebeğimin benimle birlikte acı çekmesini istemiyordum, herkes ona bir piçmiş gibi davranacaktı ve benimle birlikte sefil olacaktı. Böylece, ailemin isteğine uymak zorunda kaldım ve... onu bir yetimhanenin önüne bıraktım... Pony'nin evinin önüne... Adı Candice'ydi."

Candy, Mary'nin son sözleriyle şok olmuştu. Demek o onun annesiydi! Küçüklüğünden beri, en büyük arzusu bir annesinin olmasıydı. Elbette Bayan Pony ve Rahibe Maria ona tıpkı iki annesi gibi davranıyordu. Candy her zaman yetim olduğu için duyduğu üzüntüyü saklamaya çalışıyordu. İyi bir aile tarafından evlât edinilmek istemişti ama o kadar şanslı değildi. Kendisini çok seven iyi bir annesi olduğu için Terry'yi biraz kıskanıyordu. Onunla evlendikten sonra, Eleanor Candy'yi kızı olarak kabul etmişti ve Candy'nin kendisine "anne" demesine bile izin vermişti. Candy bunun için çok mutluydu. Ama her zaman gerçek ailesin kim olduğunu merak etmişti. Neden kendisini bir yetimhaneye bıraktıklarını bilmek istiyordu. Ve şimdi annesinin kim olduğunu ve onu kendisini terk etmeye iten koşulları biliyordu. Mary onun tepkisini bekliyordu. Candy ne söyleyeceğini bilmiyordu. Gözlerinde yaşlar belirdi.

"Neden şimdi? Neden beni şimdiye kadar aramadın?" dedi ağlayarak.

"İnan bana, her zaman seni düşündüm... Ailem seni görmemi yasaklamıştı... Ve senin evlât edinildiğini düşündüm... Sana daha iyi bir aile tarafından evlât edinilme şansı vermek istedim... Bunu senin iyiliğin için yaptım" diye kekeledi Mary.

"Yetim olduğum için ne kadar acı çektiğimi bilemezsin... Senin yanında olsaydım, en azından bir annem olurdu ve kendimi bu kadar yalnız hissetmezdim..."

"Lütfen, beni affet... İnan bana ben de çok acı çektim. Seni görmeyi çok istiyordum ama evlât edinildiğini düşündüm ve yeniden hayatına girmeye hakkım yoktu... Her gün senin için dua ederek, yeni bir hayata başlamayı denedim... Kasabayı terk ettim ve şehirde çalışmaya başladım. Altı yıl önce, zengin ve iyi bir adamla tanıştım ve evlendik... İki çocuğum oldu ve onlarla mutlu olmaya çalıştım... Ama birkaç ay önce bir kaza geçirdik ve kocamla çocuklarımı kaybettim... Bunun seni terk ettiğim için bir ceza olduğunu düşündüm... Sen bana kalan tek insansın... Senin beni anlayacak kadar büyüdüğünü düşündüm ve senden sadece af dilemek istedim... Beni affedebilecek misin?"

Candy kadının bu sözleri söylerken sessizce ağladığını farketti. Annesin hayatında çok acılar çektiğini anladı ve ona ikinci bir şans vermeliydi.

"Seni affediyorum... anne", dedi yavaşça.

Mary bu sözleri duyunca çok mutlu oldu. Candy'ye yaklaştı ve ona sıkıca sarıldı. İkisi de mutluydu ve birbirlerini tanımak ve ayrı kaldıkları onca zamanı geri kazanmak için yeterince vakitleri olacaktı.

*****


Bu hikâye hakkındaki düşüncelerinizi, eleştirilerinizi bana yazabilirsiniz.

SocialTwist Tell-a-Friend