ÇİLLİ MELEK

Candy'nin Ponny'nin evinde geçirdiği olağanüstü partiden sonra hemen hemen iki yıl geçmişti. Candy artık Chicago'ya dönmüştü ve Audrey'lerin malikânesinde yaşıyordu. Elisa'nın kendisini kovdurmadan ve Doktor Martin'le çalışmasına yol açmadan önce çalıştığı büyük hastanede çalışıyordu. Albert ona o büyük hastaneye geri dönmesine yardım etmişti ve Candy en sevdiği işi yapabildiği için mutluydu. Tabiî ki olağanüstü bir hemşireydi ve her gün hastalarından güzel sözler duyuyordu. Çoğu onun hastanedeki en iyi hemşire olduğunu düşünüyordu çünkü her zaman kibardı ve gülümsüyordu ve her zaman yardım etmek istiyordu. Çocuklar Bayan White'a gerçekten hayrandılar çünkü hiç kimse onun gibi hikâyeler anlatamıyordu ve hiç kimse onun gibi eğlenceli oyunlar bulamıyordu.

Albert artık Audrey ailesinin sahip olduğu şirketlerin başındaydı ve O da mutluydu. Ama bazen, bir işadamı olmaktan yoruluyordu ve sonra birkaç gün sakin bir yere gidip dinlenmek için ortadan kayboluyordu.

Patty hâlâ ailesiyle birlikte Florida'da yaşıyordu. Chicago'ya bir ara dönmek isteyip istemeyeceğini bilmiyordu. Kendisini üzgün ve yalnız hissediyordu. Büyükannesi ona Candy'yi ziyaret etmesini tavsiye etti, ama Patty reddetti çünkü Candy'yi kendi problemleriyle rahatsız etmemesi gerektiğini düşüyordu. Candy ona çok yardım etmişti, her zaman başkalarını dinlemek ve onlara yardım etmek istiyordu, ama Patty sonunda kendi problemlerinin içinden kendisinin çıkması gerektiğini düşünüyordu. Stear'ı öyle çok özlüyordu ki... Stear onu bırakmıştı ve Patty ona "hoşçakal" bile diyememişti...

Annie ve Archie birlikte birçok vakit geçiriyorlardı. Archie bir üniversiteye başlamıştı ve Annie artık gerçek bir leydiydi. Ailesi onunla çok gurur duyuyordu, özellikle de annesi. Annesi hâlâ Candy'den çok hoşlanmıyordu, ama Annie asla onunla olan arkadaşlığını bozmayacaktı, bundan dolayı annesi bir şey yapamıyordu.

Terry New York'ta çalışıyordu. Her gece değişik roller oynuyordu ve en başarılı genç aktöklerden biriydi. Her gece birinci sırada uzun sarı saçlı bir kız vardı. Yürüyemiyordu çünkü bir kazada Terry'nin hayatını kurtarırken bacağını kaybetmişti. Bundan dolayı ya annesi ya da hemşire her zaman ona eşlik ediyor ve yardım ediyordu. Bu kız Susanna Marlowe'ydi. Terry'yi seviyordu ve yakında onunla evlenmeyi umut ediyordu. Terry onu seçmişti, ve Chicago'daki şu Candy'yi değil! Terry ona her zaman iyi davranıyordu ama onunla hiçbir zaman aşk ve evlilik hakkında konuşmuyordu. Her halükarda, Susanna'nın kendi planları vardı. Bazen başka bir kadın tiyatroya geliyordu. O, Terry'nin annesi, ünlü bir aktris Eleanor Baker'dı. Her iki kadın da Terry'yi izliyorlardı ve her oyundan sonra onu çok alkışlıyorlardı. Ama Susanna, Terry'nin oyun sırasında ona bakmadığını fark etmeye başlamıştı. Gözleri başka bir yere bakıyordu. Susanna'yı hiç fark etmiyormuş gibi görünüyordu. Evet, onu düşünmüyordu. O, halk için, ve annesi olduğu zaman annesi için oynuyordu. Annesinin kendisiyle gurur duymasını istiyordu. Ve izleyicilerin arasında oturmayan, ama her zaman düşüncelerinde var olan, tek sevdiği ve kaybettiği kız, "çilli meleği", Candy White Audrey için oynuyordu. Her yerde onu görüyordu. O her zaman düşüncelerindeydi. Kendi kendine onu düşünmeyeceğine dair birçok defa söz vermişti ama o her zaman yeniden ve yeniden aklına geliyordu. O, kendi yoluna gitmişti, Terry de daha önce seçtiği yola. Bu yol Susanna'yla ile birlikteydi. Ve Candy başka bir yoldaydı. Bu yollar hiçbir zaman kesişmeyecekti... Ama Terry onu unutamıyordu.


*****


Güzel bir sabahtı. Martın başı olmasına rağmen, gerçekten güzel bir gündü. Hava oldukça sıcaktı, güneş pırıl pırıl parlıyordu ve ağaçların dallarında ufacık yapraklar çoktan ortaya çıkmıştı. Annie, hastanede Candy'yi henüz ziyaret etmişti ve evine dönüyordu. Birden Archie'nin onu çağıran sesini duydu.

"Annie!"

Annie başını çevirdi. Archie sokakta koşuyordu.

"Beni bekle, Annie!"

Annie durdu. Bir dakika sonra Archie yanındaydı.

"Annie, sınavlarımda en iyi notları aldım. Üniversitedeki en iyi öğrenci benim! Mükemmel bir kariyer yapacağım ve karım ona verebileceğim güzel şeyleri alacak. Oo, Annie! Ne zaman evleneceğiz? Bütün hayatım boyunca seninle olmak istiyorum!"

"Seninle çok gurur duyuyorum, Archie. Ama biliyorsun, benim bütün bu güzel şeylere ihtiyacım yok, benim sadece seninle olmaya ve seni sevmeye ihtiyacım var..."

"Öyleyse, gelecek aya ne dersin? Gelecek ay evlenebiliriz ve bütün arkadaşlarımız için büyük bir parti yaparız!"

"Gelecek ay nisan...", dedi Annie.

"Ee, sorun nedir?"

"Her zaman düğünümün ilkbaharda olacağını, bütün ağaçların yeşil ve etrafta bir sürü çiçek olacağını hayal etmiştim! Rüyam gerçek olacak gibi görünüyor...", dedi Annie neşeyle.

"Öyleyse", dedi Archie, "Gelecek ay evleniyoruz. Ve bu hayatımızın en güzel ilkbaharı olacak!"

"Oo, Archie", dedi Annie. Çok, çok mutluydu.


*****


Bu sırada Albert ofisinde hiç bir şey yapmadan oturuyordu. "Oo, eve gitmek için çok erken, ama bugün yapacak hiç bir şey yok. Belki de hastanede Candy'yi ziyaret etmeliyim?" diye düşündü. Tam sandalyesinden kalkmış gidecekti ki, birisi kapıya vurdu. Bu memurdu.

"Bir centilmen sizi görmek istiyor, Bay Audrey."

"Kim?"

"Bu centilmen İngiltere'den geliyor. Sizinle iş konuşmak istediğini söyledi. Bizim şirketimize katılmak istiyor. İsmi Richard Grandchester."

"Bırakın gelsin", dedi Albert.

"Evet, efendim", diye kapıyı kapattı memur.

"Grandchester... Bu soyadı daha önce duymuştum, eminim... Oo, evet... Terry'nin soyadı Grandchester. Ama hayır, bu adam onun babası olamaz... Ama İngiltere'den gelmiş... Hayır, dünyada bir sürü Grandchester var. Üstelik, şu an Avrupa'da savaş var, bundan dolayı, muhtemelen adam sadece burada yeni bir hayata başlamak istiyordur..." diye düşündü Albert.

Kapı açıldı ve adam içeri girdi. İş hakkında uzun bir konuşma yaptılar. Bay Grandchester, Audrey'lerin şirketiyle birleşmek ve kendi işini de yapmak istiyordu. Albert bu adamın iyi bir arkadaş olabileceğini düşündü. Konuşmaları bittiğinde öğleden sonra olmuştu. Albert, Bay Grandchester'a ailesi hakkında soru sormamıştı, ama onun hakkında daha çok bilgi edinmek istiyordu ve onu Audrey'lerin mâlikanesine ertesi akşam yemeğe davet etti.

"Konuşmamıza sonra devam ederiz", dedi.

"Peki, geleceğim. Teşekkürler, sör" diye cevap verdi Bay Grandchester.


*****


Candy çoktan işten eve dönmüştü ve holde Annie ile oturuyordu. Albert döndüğünde Annie ona evlilik planlarını anlatıyordu.

"Selâm Candy! Merhaba Annie", dedi Albert. "Candy, yarın gece bir misafirimiz olacak. Birlikte çalışmayı planlıyoruz, ben de bugün onu yemeğe davet ettim."

"İyi. Bu güzel. Birisi yemeği yapmalı!" diye güldü Candy. "Ben yapardım, ama misafirinin benim yemeğimi seveceğinden emin değilim." diye bir daha güldü Candy. "Tahmin et ne oldu? Annie gelecek ay evleniyor!"

"Tebrikler, Annie!" dedi Albert. "Ama Archie bana bir şey söylememişti."

"Oo, buna henüz bugün karar verdik", diye cevap verdi Annie. "Bunun sürpriz olması gerekiyordu, ama ben sessiz duramadım ve Candy'ye söyledim. O kadar mutluyum ki!"


*****


Aynı güzel ilkbahar günü Florida'da hava kesinlikle mükemmeldi. Patty balkonda oturuyor, okyanusa bakıyordu. Büyükannesi yanına geldi ve konuştu:

"Bu kadar üzgün olma, Patty. Seni böyle üzgün göremem. Bence Chicago'ya Candy ve Annie'yi ziyarete gitmelisin. Onlarla kendini daha iyi hissedersin."

"Teşekkürler, Büyükanne", dedi Patty. "Ama onları rahatsız etmek istemiyorum. Umarım şu anda oldukça mutlulardır ve onların beni böyle üzgün görmelerini istemiyorum."

Gece Patty yatmaya gittiğinde, büyükannesi Candy'ye telefon etti.

"Patty için çok endişeliyim. Stear öldüğünden beri öyle üzgün ki. Onun seni ve Annie'yi ziyaret etmesini istiyorum, ama O sizi rahatsız etmek istemiyor."

"O beni rahatsız etmez! Oo, ben de Patty'yi görmeyi isterim, ama şu an tatile çıkamam. Ve Florida'ya gidemem. O zaman... bir fikrim var. Patty'ye bir davetiye yollayacağım. Eğer böyle yaparsam, buraya gelmeyi reddetmez. Ona hiç bir şey söylemeyin! Bu bir sürpriz olacak", dedi Candy.

Sonra odasına gitti ve Patty'ye onu Chicago'ya davet eden bir mektup yazdı.


*****


Ertesi akşam bütün Audrey ailesi Albert'ın davet ettiği konuğu bekliyordu. Saat sekizde kapıya vurulduğunu duydular ve bir hizmetçi kapıyı açtığında, uzun bir adam içeri girdi.

"Bay Grandchester?!" diye haykırdı Candy. Orada Terry'nin babasını tanıyan tek kişiydi ve onu gördüğü için çok şaşırmıştı.

"Candy?!" Bay Grandchester da en az Candy kadar şaşkındı.

"Öyleyse O Terry'nin babası", diye düşündü Albert.

Bu beklenmedik karşılaşmadan sonra beyler iş konuştu. Sohbet bittiğinde akşam geç olmuştu ve Bay Grandchester Chicago'da kiraladığı evine dönüyordu. Albert ve Candy onu geçirmeye gittiler.

"Candy", dedi Bay Grandchester. "Seni burada gördüğüme şaşırdım. Seninle burada karşılaşabileceğimi düşünmemiştim. Ama seni gördüğüme memnunum ve, eğer senin için bir sakıncası yoksa, seninle bir gün konuşmak isterim."

"Tamam", dedi Candy. "Ben de sizi gördüğüme memnun oldum."

Bay Grandchester, Albert'la ertesi gün ofisinde buluşmayı kabul etti ve sonra birbirlerine "hoşçakal" dediler.


*****


Patty, Candy'nin mektubunu aldığında şaşkındı. Candy ona sık sık yazıyordu ama onu Chicago'ya davet etmesi için özel bir neden yoktu. Candy mektubunda bir sürpriz sözü vermişti ve Patty gidip gitmemesi gerektiğini bilmiyordu.

"Tabii ki gitmelisin. Reddedemezsin", dedi büyükannesi. "Öyleyse, gidiyoruz ve ben sana valizlerini hazırlamana yardım edeceğim".

Üç saat sonra Patty Chicago'ya giden trende oturuyordu.

"Oo, Candy, Annie, sizi öyle özledim ki. Sizinle karşılaştığımda mutlu görünmeliyim", diye düşündü Patty. "Üzgün olmamalıyım. Keşke Stear yaşasaydı, hayatım ne kadar değişik olurdu..." diye düşündü.

Birden tren durdu. Yolcular neler olduğunu anlayamadı ve çok endişeli görünüyorlardı.

"Ne oldu? Tren neden durdu?" diye birbirlerine sordular.

"Endişelenmeyin. Bir inek sürüsü var. Raylardan geçecekler ve biz de ilerleyeceğiz", dedi kondüktör. "Eğer istiyorsanız küçük bir yürüyüşe çıkabilirsiniz."

Patty trenden indi. Biraz yürüdü ve durdu. Çok güzel bir gündü.

"Yakında Chicago'da olacağım", diye düşündü.

"Merhaba, küçükhanım! Niçin bu kadar üzgünsünüz? Endişelenmeyin, inekler yakında raylardan geçecek ve sizde yolculuğunuza devam edeceksiniz."

Patty, kendisine doğru atını süren kahverengi saçlı ve gözlü genç kovboyu fark etmemişti.

"Oo, sorun yok", dedi. "Acelem yok ve bekleyebilirim."

"Chicago'ya mı gidiyorsunuz?" diye sordu kovboy.

"Evet. Arkadaşım beni davet etti ve onu ziyarete gidiyorum."

"Oo, benim de Chicago'da bir arkadaşım var. Bir hemşire. İsmi Candy."

"Candy mi?!"

"Evet, neden şaşırdınız?"

"Benim arkadaşımın ismi de Candy. Candy White Audrey. Ve o bir hemşire!"

"Oo, bu aynı kız! İkimizin de arkadaşı aynı. Öyleyse, tanışalım; Ben Tom. Peki sizin adınız ne?"

"Patricia. Ama herkes bana Patty der."

"Çok güzel bir isminiz var, Bayan Patricia... Oo, inekler rayları çoktan geçmiş. Trene dönmelisiniz. Candy'ye en iyi dileklerimi iletin. Umarım bir gün yine karşılaşırız!" dedi Tom.

"Allahaısmarladık" diye cevap verdi Patty. Vagona geri döndü, yerine oturdu ve yolculuğunu ve bu beklenmedik karşılaşmayı düşünmeye başladı.

Bu sırada Tom eve doğru atını sürüyordu. Aklında üzgün elâ gözlü genç bir kızla ilgili bir düşünce vardı. "Patty, sana hayatında neler oldu?" diye düşündü Tom.


*****


Candy tren istasyonuna çok erken gelmişti. Tren daha gelmemişti. Candy, arkadaşlarını bekleyen başka insanlara bakarak rampada yürüyordu.

"Lütfen dikkat. Florida'dan gelen tren üçüncü platforma gelmiştir."

Candy platforma gitti ve birkaç dakika sonra O ve Patty birbirlerine sarılıp öpüşüyorlardı.

"Gelmen o kadar iyi ki, sevgili Patty! Sana o kadar çok şey anlatmalıyım ki! Biliyorsun, Annie ve Archie gelecek ay evleniyorlar. Bana hediye seçmemde yardım etmelisin!"

"Elbette edeceğim. Annie, o kadar mutlu ki..."

"Ağlama, Patty. Sen de mutlu olacaksın. Eminim. Gidelim, Albert arabada bizi bekliyor. Seni eve götüreceğiz. Odan çoktan hazır. Dinlenmelisin. Ve gece seninle herşeyi konuşuruz."

Gece Candy ve Patty uzun uzun konuştular ve sohbet ancak gece geç saatte bitti. Birbirleriyle yeniden görüştükleri için o kadar mutluydular ki saatlerin ne kadar hızlı geçtiğini farketmediler.


*****


Birkaç gün sonra yemek molasında Candy parkta Bay Grandchester'la buluştu.

"Seni gördüğüme sevindim, Candy. Bir gün Londra'da bana hayatımda çok önemli bir karar almama yardım ettin. Benim oğlumun kendi hayatı ve kararı olduğunu anlamamı sağladın. Teşekkür ederim, Candy. Artık dünyayı değişik renklerde ve başka gözlerle görüyorum. Beni değişik bir kişiye çevirdin. Ve kendimi değiştirdiğim için mutluyum. Candy, sana doğruyu söylemek gerekirse, buraya sadece iş için gelmedim. Oğlumun nasıl olduğunu bilmek istiyordum. Terry'nin şu anda nerede olduğunu biliyor musun?"

"New York'ta tiyatroda çalışıyor."

"Görüştünüz mü?"

"Evet, ama artık kendi hayatlarımız var. Onun bir eşi var. İsmi Susanna Marlowe." Candy'nin yüzünde üzgün bir ifade belirdi. Bay Grandchester bunu farketti ve konuştu:

"Üzgünüm, Candy..."

"Hayır, sorun yok. Bu üzücü bir hikâye ama hayatlarımızı değiştirdi."

Ve Candy, Bay Grandchester'a herşeyi anlattı.

"Oo, Candy... Cömertçe davranmışsın, senin gibi başka bir kişi daha tanımıyorum. Kendi mutluluğunu o kıza... Susanna'ya vermişsin... Ama Terry'den ne haber? Onun onu sevdiğine emin misin?"

"Susanna onu seviyor. Ve Terry onunla mutlu olacak. Eminim. Ama, lütfen, başka bir konudan bahsedelim." Bay Grandchester, Candy'nin bu sözleri söylerken akan gözyaşlarını fark etmemişti. "Niçin Terry'yi ziyaret etmiyorsunuz?"

"Candy... Korkuyorum. Beni affetmeyecek. Ona kaba davrandım. Ve annesini terk ettim. Ama, Candy, ne kadar aptalmışım! Eleanor Baker benim sevdiğim tek kadındı. Ve onu kaybettim... Suçluyum. Hayatımı kendi ellerimle mahvettim."

"Neden böyle söylüyorsunuz? İkinci kez evlenmediniz mi?"

"Evet, ama mutsuzdum. Karım da öyle. Onu hiçbir zaman hak ettiği gibi sevmedim. Altı ay önce boşandık. Yapabildiğimiz en iyi şeydi. O, İngiltere'de kaldı ve ben buraya geldim. Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum... Herşeye yeniden başlamak için çok yaşlıyım ve hayatımda bir sürü hata yaptım."

"Gidip Terry'yi görmelisiniz ve konuşmalısınız! Hatta belki Eleanor Baker'la da. Eğer bir şey yapmak istiyorsanız hiç bir şey için geç değildir. Hatalarınızı anladınız ve herkesin ikinci bir şansı olmalı. New York'a gidin, Bay Grandchester."

"Teşekkür ederim, Candy... Ama çok korkuyorum. Oğlumun gözlerinin içine bakamam ve Eleanor... Yeni bir hayata başladı ve ben... İstemiyorum..."

"Her ikisinin de kendi kararını verme hakkı var", diye onun sözünü kesti Candy. "Onlar adına karar veremezsiniz ve onlarla konuşana kadar onların kararını bilemezsiniz."

"Haklısın, Candy... Deneyeceğim. New York'a gideceğim."

"Ne yazık ki ben aynısını yapamam", diye düşündü Candy.


*****


Candy hastaneye dönmüştü. Bir karışıklığın olduğunu farketti.

"Ne oldu, Juliet?" diye hemşirelerden birine sordu.

"Candy, Flanny Hamilton Avrupa'dan geri döndü. Bir muharebede yaralanmış ve eve gönderilmiş. Şimdi daha iyi ama bir süre daha hastanemizde kalacak ve belki de işine dönmek isteyecektir. Fransa'ya dönmeyecek. Doktor Leonard onu işe geri alacağına sevineceğini söyledi. Üstelik, Candy, Flanny seni sordu. Seni görmek istiyormuş."

"Flanny...", Candy koridor boyunca aceleyle ilerledi. "Flanny..."

Flanny'nin odasının kapısını açtı. Flanny uyuyordu. Candy sandalyeye oturdu. Hâtıraları geri geliyordu.

"Flanny... birlikte çalıştık ve hiçbir zaman iyi arkadaş olmadık. Ama sana saygı duyuyordum. Öyle akıllıydın ki... Hastanedeki en iyi hemşireydin... daha sonra cepheye gittin. Ve seni aileni görmeye gittiğimde..."

"Candy..." Flanny gözlerini açtı. "Seni gördüğüme sevindim. Candy, sana anlatacak öyle şeylerim var ki..."

"Konuşma, Flanny. Hâlâ zayıfsın. Daha sonra konuşacak çok vaktimiz olacak."

"Hayır, Candy, kendimi iyi hissediyorum. Ve sana bazı sözler söylemek istiyorum. Candy, hiçbir zaman senin arkadaşın olmadım. Senin arkadaşlık kurma çabalarına rağmen senden hiç hoşlanmadım. Haklı değildim. Senin ne kadar olağanüstü bir kız olduğunu anlamadım. O kadar aptaldım ki. Ama sen benim için daha önce kimsenin yapamadığı, hatta benim bile yapamadığım, bir şey yaptın,. Bana ailemin sevgisini geri verdin. Herşeyi biliyorum. Ailemle konuştuğunu biliyorum. Ve annemden mektup aldığımda o kadar mutlu oldum ki. Candy, onları görmek için, ve sana teşekkür etmek için, Chicago'ya dönmek istiyordum. Candy, lütfen, beni affet. Eğer hâlâ mümkünse, senin arkadaşın olmak istiyorum."

"Oo, Flanny! Elbette! O kadar mutluyum ki!" diye Candy, Flanny'ye sarıldı. "İşe geri dönecek misin?"

"Evet, öyle düşünüyorum. Bu hastaneyi seviyorum ve yeniden burada çalışmaktan mutlu olacağım. Evde olduğum için mutluyum. Savaş o kadar korkunç ki..."

"Ondan bahsetme, Flanny... Yarın geleceğim. Çok daha iyi olursun ve doktorun bize bir yürüyüşe izin vereceğini düşünüyorum!"

Candy gülümsedi ve odadan çıktı.

*****

Ertesi gün çok sıcaktı. Güneş pırıl pırıl parlıyordu ve Audrey'lerin bahçesinde ilk çiçekler açmıştı. Candy erken kalktı ve kahvaltı pişirmeye çalışıyordu. Patty mutfağa geldi ve:

"Günaydın Candy! Sana yardım etmemi ister misin?" dedi.

"Oo, Patty, biliyorsun, neredeyse hiç yemek yapamıyorum", diye güldü Candy.

"Candy, sana bir şey söylemeyi unuttum... Buraya gelirken arkadaşın Tom'la karşılaştım... Tren durdu çünkü inekler yoldan geçiyorlardı... Tom sana en iyi dileklerini yolladı ve ben sana istasyonda karşılaştığımızda söylemeyi unuttum..."

"Teşekkürler, Patty! Bunu duyduğuma sevindim. Tom'la karşılaşabileceğini hayal bile edemezdim. Benim çok iyi bir arkadaşımdır. Birbirimizi çocukluğumuzdan beri tanıyoruz... Kim bilir, O ve Bayan Pony, ve Rahibe Maria, nasıllar... Hiç birini uzun zamandır görmedim."

"Annie onları düğün törenine davet edebilir..."

"Evet! Çok iyi bir fikir. Hepsini görmekten mutlu olacaktır, eminim!"

"Şey, Candy, bırak da sen mahvetmeden yemeği ben pişireyim!" diye güldü Patty.

*****


"Hey, Tom, ne düşünüyorsun? Son birkaç gündür çok sessizsin. Ne oldu? Senin için endişeliyim evlât.", dedi Tom'un babası oğluna bu güzel sabahta kahvaltı yaparlarken.

"Hiç bir şey, baba. Herşey yolunda", diye cevap verdi Tom.

"Hayır, Tom. Seni hayal ettiğinden daha iyi tanıyorum. Önemli bir şey düşünüyorsun ve bir leydiyi düşündüğünü sanıyorum", diye gülümsedi Tom'un babası. "Kim O?"

"Oo, Baba, senden bir şey saklayamıyorum. Aklımı okuyormuşsun gibi görünüyor" diye güldü Tom. Ama bir dakika sonra yüzü yine ciddileşti. "Onu sürümüz otlaktan dönerken tanıdım. İnekler raylardan geçiyordu ve tren durmak zorunda kaldı. Ve Patty bu trendeydi."

"Yani, ismi Patty. Daha sonra ne oldu?"

"Biraz konuştuk ve sonra O vagonuna döndü ve gitti. Chicago'ya gidiyordu. Onu unutamıyorum, Baba. O kadar üzgündü ki... ve o kadar güzel."

"Baba, Candy'yi ziyarete gidiyordu", dedi Tom bir müddet sonra.

"Öyle görünüyor ki, seni çok etkilemiş. Patty'ye âşık olmadın mı?... Ama sorun nedir? Eğer Candy'ye gittiyse, Chicago'ya git, onunla görüş. Üstelik, Candy'yi de uzun zamandır görmedin. Onu görmek istemez misin?"

"Belki de haklısın, Baba. Chicago'ya gideceğim ve Candy'yi göreceğim ve belki de..."

"Belki de Patty senin kaderindir, evlât", diye gülümsedi Tom'un babası ona bakarak.


*****


Birkaç gün sonra Flanny tamamen iyileşti ve bir an evvel işe başlamaya karar verdi.

"Dönüşünü kutlamalıyız!" diye haykırdı Candy. "Bu gece bize geliyorsun. Ve sakın itiraz etme, başka seçeneğin yok!"

"Ama, Candy, seni gerçekten rahatsız etmek istemiyorum, belki ailenin kendi planları vardır ve onları rahatsız etmek istemem."

"Hayır, Flanny, senin için bir parti yapıyorum ve kendi partinde olmalısın!" diye güldü Candy. "Ve şimdi dükkâna git ve en iyi elbiseyi al. Akşam geleceğim ve seni evime götüreceğim."


*****


"Bu benim arkadaşım, Flanny Hamilton. Birlikte Bayan Mary Jane'in Okulu'nda okuduk ve sonra hastanede çalıştık", dedi Candy akşam Flanny'yi arkadaşlarına tanıtırken.

"Ve bunlar da benim arkadaşlarım: Patty, Annie ve Archie, ve Bay Albert", diye Flanny'ye dönerek devam etti.

Hepsi masaya oturdu ve konuşmaya başladı. Hiç kimse Albert'ın Flanny'ye olan tuhaf bakışını farketmedi.

"Bu kız... Onu yaralandığım ve hafızamı kaybettiğim zaman hastanede tanımıştım. Ama hayır... O başka bir kızdı, çok soğuk ve ciddi. Ve şimdi gülümsüyor! Ne kadar garip bir değişim..." diye düşündü Albert.

"Hey, Bay Albert, niye bu kadar sessizsin? Ne düşünüyorsun? Uykuya mı daldın?"

"Hiç bir şey, Candy, endişelenme."

"Hiç bir şeyse, dans edelim. Herkes, buraya gelsin!"

Parti akşam geç saatte bitti ve Archie'yle Annie, Flanny'yi arabayla eve götürmeyi teklif ettiler. O kabul etti ve hepsi dışarı çıktı.

"Yarın hastanede görüşürüz, Candy", dedi Flanny.

"Görüşürüz, Flanny!"

*****


Ertesi gün Albert ofise gittiğinde ve Candy hastaneye gitmek için dışarı çıktığında, Patty oturmuş, kitap okuyordu. Birden kapının vurulduğunu duydu. Kim olabilirdi? Belki de Candy evde bir şey bırakmıştı...

"Geliyorum, Candy. Evde ne bıraktın? Sana her sabah çantanı kontrol etmeni söylemiştim..."

Patty kapıyı açtı ve... Candy yoktu. Gelen Chicago yolunda tanıştığı kovboydu.

"Günaydın, Bayan Patricia, beni hatırlıyor musunuz?"

"Evet... İçeri girin, lütfen. Üzgünüm, misafir beklemiyordum. Gelen Candy sandım. İşe gitti ve akşam dönecek. Onu ziyarete mi geldiniz?"

"Evet... Bugün olağanüstü bir sabah. Candy'nin çalıştığı hastaneye gitmeme ne dersiniz?"

"Candy sizi gördüğüne sevinecektir. Sizi, Bayan Pony ve Rahibe Maria'yı ziyaret etmek istediğini söyledi, ama şu an tatile çıkamıyor."

"Öyleyse, Bayan Patty, eğer sizden bana eşlik etmenizi istesem, rahatsız olur musunuz? Hastanenin nerede olduğunu bilmiyorum... Doğruyu söylemek gerekirse ilk defa bu kadar büyük bir şehirdeyim ve bu evi bulmak bile oldukça zor oldu."

"Evet, elbette. Biraz bekleyin. Bir dakika içinde hazır olurum. Ve bana `Bayan' diye hitap etmeyin."


*****


Bir saat sonra Candy, Patty ve Tom hastanede karşılaştılar. Candy çok şaşırmıştı.

"Seni görmek olağanüstü, Tom!" diye haykırdı. "Üstelik, seni uyarabilirim, burada uzun bir zaman kalmak zorunda kalacaksın. Annie nisanda evleniyor ve sana bir davetiye yollamayı planlıyordu. Ama bizi ziyarete geldin ve seni evine göndermeyeceğiz."

"Bayan White, ikinci odadaki hasta sizi bekliyor. Şu an iştesiniz, bunu unutmayın." diyen doktorun sesi Candy'yi gerçeğe döndürdü.

"Çalışmalıyım... Ama yemek için molam olacak. Neden sokağın öbür tarafındaki kafede buluşmuyoruz? Patty, neden Tom'a Chicago'yu göstermiyorsun, ilk kez burada", dedi Candy.

"Tamam", dedi şaşkın Patty ve hastaneden çıktılar.

*****


Albert sokakta ilerliyordu. Ofisteki işini henüz bitirmişti. Bay Grandchester'la buluşmuştu ve Grandchester New York'a oğlunu görmeye gideceğini söylemişti. Albert ona iyi şanslar diledi ve bunu Bay Grandchester'ın İngiltere'den gidip Amerika'ya gelişinin asıl nedeni olduğunu düşündü. Birden Albert, Candy'nin ve Flanny'nin çalıştıkları hastanenin önüne geldiğini fark etti.

"Ben buraya neden geldim?" diye düşündü Albert. Öğlen saat bir gibiydi ve hemşireler yemek molasındaydılar.

"Bay Albert?! Tünaydın. Candy'yi mi arıyorsunuz?"

Albert başını çevirdi ve Flanny'yi gördü.

"Evet", dedi küçük bir duraklamadan sonra. "Bana nerede olduğunu söyleyebilir misin?"

"Hayır, üzgünüm bilmiyorum, ama diğer hemşirelere sorabilirim. Yalnızca biraz bekleyin, yakında dönerim."

Albert banka oturdu.

"Ona yalan söyledim. Candy'yi görmek için gelmedim. Neden geldiğimi bilmiyorum. Belki de... Belki de onu görmek için... Flanny'yi görmek için? Onu Candy'nin partisinde gördüğümden beri unutamıyorum. Nasıl da değişmiş! Bu bambaşka bir kız, benim uzun bir süre önce tanıdığım değil..."

"Üzgünüm, Bay Albert. Hemşireler Candy'nin şu an nerede olduğunu bilmiyorlar. Bir tanesi sabah arkadaşlarının geldiğini ve bir yerde buluşmak için anlaştıklarını söyledi, ama nerede olduğunu bilmiyorum." Flanny'nin sesi Albert'ı düşüncelerinden çıkardı.

"Şey, bekleyeceğimi düşünmüyorum..." dedi. "Ama sen neden buradasın? Senin yemek molan yok mu?"

"Evet, tam da yemek yemek için bir yere gidiyordum", diye cevap verdi Flanny.

"Öyleyse, seni bir kafeye davet edebilir miyim?" diye sordu Albert.

"Benim için bir zevk olurdu, ama aslında sizi rahatsız etmek istemiyorum..."

"Bana katılırsan sevinirim", dedi Albert.

"Gidelim, öyleyse", diye karşılık verdi Flanny.


*****


Günler yavaş yavaş geçti. Nisan ayının başıydı. Hava açıldıkça açılıyordu, ısındıkça ısınıyordu. Güneş sabahtan akşama kadar parlıyordu. Ağaçlar çoktan yapraklarla kaplanmıştı ve etrafta, her yerde bir sürü çiçek vardı. Bay Grandchester, New York'a oğlunu görmeye gitmişti. Candy hastanede çalışmaya devam etti, Annie ve Archie düğünlerine hazırlanıyorlardı, Tom ve Patty çok iyi arkadaş olmuşlardı ve birlikte Chicago yollarında yürüyerek çok vakit geçirdiler ve öyle görünüyordu ki Albert, Flanny Hamilton'a âşık olmuştu.

"Candy, bana düğün elbisesi seçmeme yardım edecek misin?" diye sordu Annie, Candy'nin evinde buluştukları bir akşam. "Umarım sen, Patty ve Flanny benimle dükkâna gelirsiniz. Düğün günümdeki en güzel kız olmak istiyorum."

"Eminim, olacaksın. Cumartesi alışverişe çıkalım."

Ertesi cumartesi Candy ve Flanny, Annie'nin evine geldiler.

"Peki Patty nerede?" diye sordu Annie.

"Gelemedi. Tom onu bir yürüyüşe davet etmiş, O da biz dükkânlara gitmeye karar vermeden önce kabul etmiş, bundan dolayı planlarını değiştiremedi", dedi Candy.

"Öyle görünüyor ki Tom Patty'ye gerçekten âşık", dedi Flanny.

"Evet, ama Patty'nin bunun hakkında ne düşündüğünü bilmiyoruz. Ama güzel bir çift olabilirlerdi", diye cevap verdi Candy. "Ne olursa olsun gidiyoruz."

Chicago dükkânlarında bulabildikleri bütün elbiselere baktılar ve sonunda, sanki Annie için özel dikilmiş bir tane buldular.

"Bu elbisenin içinde en güzel gelin olacaksın, Annie", dedi Flanny. "Ben de düğünüm için böyle güzel bir elbisemin olmasını isterdim."

"Kim bilir, belki de sıradaki senin düğünündür?" diye güldü Candy.


*****


Öğleden sonra geç vakitte Candy eve döndü ve Patty'yi holde ağlarken buldu.

"Ne oldu, Patty?" diye sordu.

"Tom..."

"Sana kaba mı davrandı? Seni herhangi bir şekilde incitti mi? Sana kötü bir şey yapabilmiş olacağını düşünemiyorum."

"Hayır, Candy, hayır, bana dedi ki... bana beni sevdiğini söyledi... oo, Candy..."

"Ama, Patty, sorun nedir? Bence bu olağanüstü. Tom iyi bir genç. Mutlu olmalısın. Onu beğendiğini sanıyordum."

"Evet, Candy, ama yapamam. Stear'ın hâtırasına ihanet edemem..."

"Patty, seni mutlu gördüğü için O da mutlu olurdu. Bu bir ihanet değil. Mutlu olmalısın, Patty. Tom'a ne dedin ve şimdi nerede?"

"Oo, Candy... Ona onu sevemeyeceğimi söyledim ve O... O valizlerini aldı ve istasyona gitti... Burada yapacak hiç bir şeyinin olmadığını ve eve döneceğini söyledi... Benden Annie'ye üzgün olduğunu ama düğününe gelemeyeceğini söylememi söyledi..." derken başını kollarının arasına aldı Patty.

"Patty, gitmesine izin verme. Mutluluğunun gitmesine izin verme. İstasyona git. Belki vaktinde yetişirsin."

"Öyle mi düşünüyorsun, Candy?"

"Evet, Patty. Yeni bir hayata başlamalısın ve ben Tom'la mutlu olacağını düşünüyorum. Git, Patty."

Patty ayağa kalktı ve dışarı fırladı.

"Teşekkür ederim, Candy!" diye bağırdı kapılardan geçerken.


*****


Tom platformdaydı.

"Patty", diye düşündü. "Neden, Patty? Bilmiyorum bile. Ama o kadar sevdiğin o çocuk, O gitti... Neden beni sevemezdin? Birlikte mutlu olabilirdik. Ama seni zorlayamam. Elveda, Patty, ebediyyen elveda."

"Lütfen, dikkat, tren iki dakika içinde kalkacaktır. Lütfen, yerlerinize geçin."

Tom yerine oturdu ve açık pencereden dışarı baktı. Birden platformda koşan küçük bir silüet gördü.

"Patty. Bu Patty! Neden burada?" diye düşündü.

"Hey, bayan, trene binemezsiniz. Biletiniz yok", diye Patty'ye bağırdı kondüktör.

"Lütfen, bana izin verin, bir kişiyi arıyorum, çok önemli. Lütfen..."

"Gidemezsiniz. Tren şimdi kalkacak. Gidemezsiniz."

Patty trene girmeye çalıştı ama kondüktör kolunu tuttu.

"Tom, gitme, gitme, seni seviyorum!" diye bağırdı Patty. "Gitme, Tom!"

Tom bu sözleri duydu ve trenden dışarı fırladı. Tren hareket etti ama O çoktan platformdaydı. Patty onu göremedi, bir insan kalabalığı onları ayırıyordu. Patty ayaktaydı ve ağladı.

"Patty, sevgili Patty, ağlama. Gitmeyeceğim. Seni hiçbir zaman bırakmayacağım. Sevgili Patty..."

Başını kaldırdı ve yanında duran Tom'u gördü. Tom ona sarıldı ve O ağlamayı kesti. Patty mutluydu, hayatında daha önce hiç olmadığı kadar mutluydu.


*****


Bu sırada Richard Grandchester, oğlu Terruce'un çalıştığı tiyatroyu bulmaya çalışarak, New York'ta, Broadway'de ilerliyordu. Akşam geç olmuştu ve karanlık gökyüzünde yıldızlar ortaya çıkmaya başlamıştı bile. Oyun henüz bitmişti ve Terry eve dönecekti. Çok yorgundu, ama mutluydu çünkü bugün sadece Susanna Marlowe oyunu görmeye gelmemişti. Eleanor Baker da gelmişti. Terry annesi için oynadığı için mutluydu. Terry oyundan sonra onunla konuşmak isterdi, ama Susanna'ya eve kadar eşlik etmesi gerektiğini biliyordu. Terry, Susanna'dan nefret etmeye başladığını hissediyordu. Evet, O güzeldi, O nazik ve sakindi, kendisine hiçbir zaman kaba bir söz söylemedi ama O... O, Candy değildi! Ve hiç kimse bunu değiştiremezdi. Candy, Terry'nin kalbinde onu ilk Londra'ya giderken gemide gördüğü andan beri yaşıyordu. Her zaman gülümseyen, sarı kıvırcık saçlı ve yeşil gözlü çilli kız...

"Seni seviyorum, Candy, şimdi neredesin? Nasılsın? Seni bir daha hiçbir zaman görmeyeceğim. Ama seni ebediyyen seveceğim... Üzgünüm, Susanna, ama seni sevemem..."

"Terry, beni dinliyor musun? Terry?!"

Terry hayallerinden döndü ve yanında tekerlekli sandalyesinde oturan Susanna vardı.

"Evet, Susanna..."

"Hayır, beni dinlemiyorsun. Ne düşünüyorsun?"

Susanna sinirlenmeye başlamıştı. Terry'nin dalgınlığını ve tuhaf duyarsızlığını ilk fark edişi değildi.

"Terry... düşünüyorsun... onu düşünüyorsun... Candy'yi!" diye bağırdı.

"Lütfen, Susanna, yapma... çok yorgunum. Bugün tartışmalıyım, Susanna..."

Susanna daha fazla söz söylemedi ve varsayımının doğru olduğunu anladı.

"Hâlâ onu düşünüyorsun, Terry. Hâlâ onu hatırlıyorsun. Ama onu bir daha görmeyeceksin ve onu unutacaksın. Evleneceğiz ve sen sadece bana ait olacaksın", diye düşündü.

Eleanor Baker, Terry'nin Susanna'ya eve kadar eşlik edeceğini biliyordu, bundan dolayı tiyatroyu oyun bittikten sonra hemen terk etti. Hava güzeldi, akşam sıcak ve sakindi, bunun için dairesine yürüyerek gitmeye karar verdi. Broadway'de yavaş yavaş ilerlerken, birden sokağın öbür tarafında uzun boylu bir adamı farketti.

"O... O... hayır, O olamaz."

Adam, öylesine sevdiği, kendisini terkeden eski kocası, Terry'nin babası, Richard Grandchester'a o kadar çok benziyordu ki, Eleanor şaşkınlıktan durdu.

"Hayır, O olamaz. O evli ve İngiltere'de yaşıyor" diye düşündü ve yürümeye devam etti.

Birden adam durdu ve Eleanor onun kendisini çağıran sesini duydu:

"Eleanor! Eleanor!"

Eleanor Baker durdu, eski kocasını tanıdı.

"Değişmemiş. O kadar yıl geçti ama O hâlâ ilk tanıştığımız gün ki gibi", diye düşündü Eleanor.

"Değişmemiş. Hâlâ yirmi yıl önce âşık olduğum güzel bayanın aynısı... ve hâlâ âşık olduğum!" diye düşündü Richard Grandchester.

"İyi akşamlar, Richard. Seninle burada karşılaşmayı beklemiyordum. İngiltere'de olduğunu sanıyordum. Beni neden çağırdın? Konuşacak bir şeyimiz olduğunu sanmıyorum."

"Beni dinle, Eleanor. Sana söyleyecek bir sürü şeyim var", dedi Richard. "Buraya oğlumla konuşmaya ve beni yanlış yolda yaptığım bütün şeylerden dolayı affetmesini istemek için geldim..." diye durdu. "Ve buraya seni görmeye geldim, Eleanor."

"Beni mi? Beni yıllar önce terkettin. Başka bir kadınla evlendin. Benden oğlumu aldın. Şimdi ne istiyorsun?"

"Eleanor, bilmiyorum... nasıl başlayacağımı bilmiyorum... Ama söylemeliyim ki..." diye duraksadı Richard.

"Bana kolay olmayacağını söyledi... Ama herkese ikinci bir şans verilmeli", diye kendi kendine ekledi Richard. Ama Eleanor bu sözleri duydu.

"Kim? Kimden bahsediyorsun? Benimle ne alâkası var?"

"Bir kız, bana bir keresinde doğru karar aldırtan, ve beni kaybettiğim mutluğu, eğer hâlâ mümkünse, bulmam için yeni bir hayata başlamayı denememi sağlayan bir kız."

"Hiç bir şey anlamıyorum", diye cevap verdi Eleanor. "Üzgünüm, gitmem gerek. Hoşçakal. İstiyorsan Terry'yle görüşebilirsin. Tiyatrodaki herkes sana onun adresini söyleyebilir."

"Bekle, Eleanor!... Eleanor, seni seviyorum. Ve seni sevmeyi hiçbir zaman bırakmadım. Aptalca gelebilir ve belki bu yaptıklarımdan sonra inanmaman mümkün, ama bu doğru. Seninle ve Terry'yle birlikte yeni bir hayata başlamak istiyorum."

Eleanor Baker gitmedi. Geçmişte olan ve şimdi olan bir sürü şey hakkında konuştular. Hayatları ve hataları hakkında konuştular. O akşam, yıldızların o kadar parladığı zaman, ve onlara herşeye baştan başlamaları için şans verdikleri zaman, karşılaşmaları kaderdi. Eleanor hâlâ Richard'ı seviyordu ve bir sürü evlenme teklifine rağmen evlenmemişti. Ve Richard hâlâ onu seviyordu.


*****


Parkta bankta oturuyorlardı. Hava kararmıştı ve soğuyordu.

"Eve dönmelisin, Eleanor. Hava kararıyor. Sana eşlik edeceğim."

"Evet, ve yarın yeniden görüşeceğiz. Ve Terry'yle konuşacağız. Biliyor musun, her zaman ebeveynlerinin birlikte olmalarını diledi."

"Evet, ama beni affetmesi onun için kolay olmayacak."

"Anlayacak. Benim yaptığım gibi. Geçmiş geçmiştir ve gitti, ama gelecek bize ait. Geleceğimizi kendimiz kurmalıyız.", dedi Eleanor.

"Şu bahsettiğin kız kimdi?" diye ekledi bir süre sonra. "Olağanüstü şeyler yapabilen bir kız tanıyorum. O kız bir hazine. Ama başka bayanlardan bahsediyor olmamız mümkün."

"İsmi Candy. Londra'dayken Terry'nin kız arkadaşıydı. Şimdi Chicago'da. Onunla iş ortağımın evinde karşılaştım, onun evlâtlığı. Bana bir keresinde Terry'nin hayatında kendi yolunu seçmesine izin vermemi söyledi ve onu dinledim. Ve şimdi bana yeni bir hayata başlamamı ve seni ve Terry'yi bulmamı tavsiye etti. O olmasaydı, yapamazdım, çok korkuyordum... O kız mucizeler yapabiliyor."

"Candy... Bu aynı kız. Yeşil gözlü ve sarışın çilli kız. Terry'nin beni dinlemesini ve affetmesini sağladı... Şimdi birlikte olmamaları ne kadar yazık."

"Evet, Candy bana Susanna'dan bahsetti. O hikâyeyi anlatırken çok üzgündü. Onun hâlâ oğlumuzu sevdiğini düşünüyorum. Terry'nin büyük bir hata yapmak üzere olduğunu düşünüyorum. Bir kere sevdiğim kadını bıraktım ve yıllarca mutsuz oldum. İkinci şansı yakaladım, ama herkese verilmiyor. Anladığım kadarıyla Terry Susanna'yı sevmiyor, ve eğer öyleyse, mutlu olmayacaklar."

"Susanna farklı düşünüyor. Düğün tarihine çoktan karar verdi. Onunla konuşmak istedim ama Terry bana karışmamı yasakladı. Susanna'ya olanlar yüzünden kendini suçluyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. İçim bana bu düğünün ikisi için de bir trajedi olacağını söylüyor. Ama Terry adına karar veremem. Bu onun hayatı ve kararı. Ama... Oğlumu mutsuz görmeyeceğim! Bu, neden oldu?"


*****


Ertesi günün akşamı, Terry dairesinde, kapkaranlıkta oturuyordu. Işıkları yakmak istemiyordu. Kimsenin ışıkları görmesini istemiyordu. Susanna geleceğini söylemişti. Hayır, onu görmek istemiyordu. Belki de karanlık pencereleri görünce gelmeyecekti. Susanna... Terry aşırı derecede yorgundu, aşırı derecede mutsuz ve yalnızdı. Ve birden kapının vurulduğunu duydu.

"Açmayacağım. Seni göremem, Susanna, üzgünüm."

Kapının arkasındaki bir kişi kapıya yeniden vurdu ve Terry onun sesini, annesinin sesini duydu.

"Galiba evde değil. Geldiğimizde karanlık pencereleri gördük ve şimdi kimse açmıyor."

"Annem beni görmeye geldi ve yalnız değil. Ama Susanna'yla birlikte olamaz."

Terry ayağa kalktı ve kapıya doğru gitti. Kapıyı açtığında... annesiyle babasını, ikisini birlikte gördü. Bir rüya gibiydi.

"İyi akşamlar, Terry", dedi Eleanor.

Anne? Baba? Birlikte? Terry gözlerine inanamadı. Bunu o kadar çok defa dilemişti ki ve... Birden babasının yaptığı bütün kötü şeyleri hatırladı, nasıl annesini terkettiğini, nasıl yeniden evlendiğini hatırladı. Terry babasıyla konuşmak istediği ve baba daima meşgul olduğu zaman kendi yalnızlığını hatırladı...

"Baba, burada ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Dinle onu, Terry, onu suçlamadan önce dinle", diye cevap verdi Eleanor.

Konuşma uzun sürdü. Ve Terry babasına ikinci şansı vermeye karar verdi. Terry'nin her iki velisinede sarılmasından ve mutlu ailenin bir daha birbirlerinden ayrılmayacaklarına dair söz vermelerinden sonra, şimdiki hayatları ve problemleri hakkında konuşmaya başladılar. Eleanor, Susanna hakkında bir konuşma başlattı, ama Terry biraz yalnız kalmak istediğini söylerek cevap verdi ve odadan ayrıldı. Dışarı çıktı ve karanlık sokakta ilerledi.

*****


Birkaç dakika sonra bir taksi Terry'nin evinin yakınında durdu ve iki hemşire bir tekerlekli sandalye çıkardılar ve Susanna'ya ona oturması için yardım ettiler. Susanna'ya ana kapıya kadar eşlik ettiler, O onu açtı ve yavaş yavaş Terry'nin dairesinin kapısına doğru hareket etti. Birden sesleri duydu... Bir tanesi Susanna'nın tanıdığı bir kadına aitti. Kadın Terry'nin annesiydi, ama diğer ses Susanna'ya yabancıydı. Bir adamımdı ama Terry'nin değildi. Susanna durdu ve dinledi.

"Zavallı Terry", diye konuşuyordu Eleanor. "Çok acı çekiyor, ne yapacağını bilmiyor. Tıpkı bir tuzakta gibi. Ve biz ona yardım edemiyoruz. Susanna'yı hiçbir şeyle suçlamıyorum, O onu seviyor. Ama onu bırakmalı, aksi takdirde onun hayatını mahvedecek, ve kendininkinide. Aşk için iki insan olmalı, ve Susanna'nın aşkı tek taraflı. Birlikte mutlu olamazlar, ama Susanna Terry'nin mutlu, gerçekten mutlu olmasına izin vermiyor... ve kendi mutluluğunu bulmasına da. Korkarım ki bu durumda hiç bir şey yardımcı olmayacak..."

Susanna kapının yakınında onu dinliyordu ve giderek sinirleniyordu. Bu kadın nasıl onun hakkında, bu kadının oğlunu kurtaran kız, yaralanmış ve acı çeken kız, yalnız kız, bir daha asla oynayamayacak olan aktris hakkında böyle sözler söyleyebilirdi... Susanna kapıyı açmak ve Eleanor'a onun hakkında düşündüğü herşeyi, herşeyi söylemek istiyordu! Bu aptal kadının mutluluğuna engel olmasına izin vermeyecekti! Ama bir şey Susanna'nın bunu yapmasını engelledi. Kalbinin dibinde Susanna Eleanor'un haklı olduğunu anladı ama Terry'nin gitmesine izin vermek için çok zayıftı. Geri döndü ve dışarı çıktı. Daha sonra ona taksiye binmesine ve eve dönmesine yardım ettiler.

Terry yaklaşık bir saat sonra geri geldi, ailesi hâlâ konuşuyordu, ama Susanna hakkında değil. Hiçbirisi Susanna'nın ziyaretini bilmiyordu.

*****


Bu sırada Annie ve Archie'nin düğün günü gelmişti. Audrey'ler, Candy, Patty, Tom, Flanny, Bayan Ponny, Rahibe Maria ve diğer konuklar kilisedeki yerlerinde oturuyorlardı. Archie âyin masasısınınn yakınında gelinini bekleyerek duruyordu. Kapı açıldı ve Annie mutluluktan parlayan yüzüyle belirdi. Babası Bay Brighton tarafından âyin masasına götürülüyordu. Bay Brighton Annie'nin elini Archie'ye verdi ve ona:

"Kızımı sev ve koru, Archie, O mutlu olmayı hakediyor", dedi.

"Öyle yapacağım", diye cevap verdi Archie.

Seremoni başladı... Bütün gerekli sözlerin söylenmesinden ve genç çiftin birbirlerine sonsuza kadar sevgi ve bağlılık yemini etmelerinden sonra, rahip en önemli sözleri söyledi:

"Bu andan itibaren, ölüm sizi ayırana dek, birbirinizin koca ve karısısınız. Archie, gelini şimdi öpebilirsin."

Sonra bütün konuklar Audrey'lerin mâlikanesinde kutlama için toplandı.

"Annie, Annie, bize gül buketini atma zamanı geldi! Sıradaki kimin düğünü bilmek istiyoruz!" diye kızlar bağırışıyordu.

"Belki benimki?" dedi bir kız.

"Hayır, benim düğünüm olacak", dedi başka bir kız.

"Hayır, hayır, ondan sonra ben evleneceğim..."

"Çiçekleri yakalamaya çalış, Flanny", dedi Albert. "Sıradakinin bizim düğünümüz olmasını diliyorum."

Çiçek buketini bekleyerek bir çizgi oluşturdular. Patty, Flanny ve bir sürü başkaları. Sadece Candy kenarda kaldı.

"Candy, buraya gel, bize katıl", diye bağırdı Patty.

"Hayır, bir nişanlım bile yok", diye cevap verdi Candy.

"Bize katıl, bize katıl", diye kızlar Candy'yi kollarından tuttular ve diğerlerine doğru ittiler.

Annie arkasına döndü ve çiçek buketini yukarı fırlattı. Kızlar bağırdı ve onu yakalamak için ellerini kaldırdılar, ama... buket beklenmedik bir şekilde Candy'nin kollarına düştü.

"Candy! Candy! Bizi düğününe davet edeceksin, öyle değil mi?"

Candy şaşkındı. Sıradaki onun düğünü olamazdı.

"Onu Patty yakalamalıydı, ya da Flanny", dedi. "Sıradaki benim düğünüm olamaz."

"Hayır, Candy, Büyükanne Marta güllerin aşkın çiçekleri olduğunu söyler. Ve asla yalan söylemezlermiş. Göreceksin", diye cevap verdi Patty ciddi bir şekilde.

Parti devam etti ve gece yarısı bir araba Annie ve Archie'yi California'da geçirmeye karar verdikleri balaylarına götürdü.

*****


Candy yatağına uzanmıştı. Neredeyse güneş doğacaktı. Uyuyamıyordu.

Güller asla yalan söylemez. Asla yalan söylemez... Hayır... Neden? Neden buketi O yakalamıştı? Neden Patty değil? Ya da Flanny? Ya da başkası?

"Terry... Terry..." diye düşündü. "Sen evlenmek isteyeceğim tek erkeksin, ama bu asla mümkün olamaz. Asla. Neden çiçekleri yakaladım?"

"Aptal Candy", dedi bir süre sonra kendi kendine. "Uyumalısın. Yarın çalışacaksın. Uyu, Candy, uyu."

Uyuyakaldı ve rüyasında kendisini Ponny tepesinde çimlere uzanırken gördü.

"Candy", diye bir ses onu çağırdı.

Başını çevirdi ve Terry'yi yakınında dururken gördü.

"Sözümü tuttum, Candy. Hatırlıyor musun, seninle buraya geleceğimi söylemiştim... ve birlikte Ponny tepesinde en tepesinde duracaktık..."

"Candy, kalkma zamanı. Geç kalacaksın, Candy..."

Candy gözlerini açtı. Patty onun omuzlarını sarsıyordu.

"Geç kalacaksın, Candy..."

"Evet, bir dakika içinde hazır olurum", diye cevap verdi.

"Güzel bir rüya... ama hiçbir zaman gerçekleşemeyecek..." diye düşündü Candy. Ve birden Patty'nin sözleri yeniden aklına geldi. "Güller asla yalan söylemez." Candy giyindi, çantasını aldı ve işe gitti.

"Aptal olma, Candy White", diye düşündü. "Bu bir hataydı. Çiçekler sana ait değildi."

*****


O gece Susanna Marlowe de uyumamıştı. Aklında ruhunun iki parçası arasında bir savaş vardı.

"Kimse benden Terry'yi alamayacak", dedi birinci parça.

"Onu bırakmalısın. Acı çekiyor. Ve eğer onu gerçekten seviyorsan, onun gitmesine izin vermelisin", diye cevap verdi diğeri.

"Hayır, O beni seçti, bunu kendisi söyledi. Candy'yi seçmedi."

"Ama yalan söyledi. Öyle yaptı, çünkü kendisini suçlu ve sana minnettar hissetti, Susanna."

"Fark etmez. O seçimini yaptı", birinci Susanna sinirleniyordu.

"Ama O hâlâ şu Candy'yi seviyor, hâlâ onu düşünüyor, biliyorsun..."

"Ama onu unutacak, benimleyken onu unutacak!"

"Öyle yapmayacak. Bunu biliyorsun. Biliyorsun ki sana baktığında onu görüyor, sen konuştuğunda onu duyuyor..."

"Ama O güçlü bir kız, onsuz mutlu olacak. Belki de çoktan onu unutmuştur bile..." birinci Susanna kendini giderek daha zayıf hissediyordu.

"Bunun doğru olmadığını biliyorsun.Kendine yalan söyleme, Susanna Marlowe! Candy senin hayatını kurtardı, tıpkı senin Terry'ninkini kurtardığın gibi, ama sen çok zayıftın ve yapabileceğin en kötü şeyi yaptın, bu iki kişinin birbirlerini sevmesine izin vereceğine, ikisinden de mutluluğu çaldın!" dedi ikinci Susanna.

"Ben hiç bir şey çalmadım. Ben de mutlu olmak istiyorum! Bunu hakediyorum!" diye birinci Susanna neredeyse ağlıyordu.

"Ama Terry ile hiçbir zaman mutlu olamayaksın. Onu şu anda mutsuz ediyorsun. Ve daha sonra senden nefret etmeye başlayacak."

"Gitmeliyim... O akşam gitmeliydim... Candy'nin yaptığı gibi... Gitmeliydim... Ve gideceğim... Umarım birlikte mutlu olurlar... ve beni affedebilirler ve beni kötü sözlerle anmazlar."

İkinci Susanna kazandı.

*****


"Bu güzel düğün elbisesi için ne düşünüyorsun?" Sabah erkendi; Susanna'nın annesi kollarında sevimli bir beyaz elbise tutarak kızının yatağının yanında duruyordu. "Dünyanın en güzel gelini olacaksın!"

"Hayır, anne", diye cevap verdi Susanna ciddiyetle. "Düğün olmayacak. Terry ile evlenmeyeceğim."

"Ne diyorsun, kızım? Terry... yine sana korkunç bir şey söyledi!"

"Hayır, anne. O bir şey bilmiyor. Ama ben çoktan karar verdim. Onu benimle kalmasını mecbur ettiğimde hata yaptım. O başka bir kızı seviyor ve onunla mutlu olmalı.

"Ama, Susanna, bunu nasıl söyleyebilirsin? Seni anlamıyorum."

"Aşk için iki kişi olmalı... ve benim aşkım tek taraflı. Endişelenme, anne, önceden olduğu gibi zayıf olmayacağım ve korkmayacağım. Yeni bir hayata başlayacağım ve umarım bir gün mutluluğum beni bulacak."

"Susanna, sevgili Susanna..." diye annesi ona sarıldı. "Sana hiçbir zaman söylemedim, ama bu düğünün bir hata, sana çok acı verecek bir hata olacağını düşünmüştüm."

"Seni dinlemezdim, anne. Dinlemek için çok inatçıydım. Bunu kendim anlamalıydım. Ve umarım henüz çok geç değildir..."

*****


Kapının çalınmasıyla Terry uyandı. Uyuyordu ve rüyasında şu anda çok uzakta olan çilli meleğini görüyordu. Ama Terry'nin rüyasında o kadar yakındı ki onun elini kendi eline alabilecekti, ama birden bir kapı sesi duydu ve görüntü kayboldu. Terry kalktı. Kim olabilirdi? Kim ondan bu güzel rüyayı, mutlu olabileceği tek yeri çalabilirdi? Kapıyı açtı ve Susanna tekerlekli sandalyesiyle odasına girdi.

"Günaydın, Susanna. Çok erken geldin. Uyuyordum", dedi Terry.

Susanna onun yüzünden gerçekten vaktinde gelmediğini görebildi, ama onu uyandırdığı için değil. Başka bir sebep vardı.

"Merhaba, Terry. Sana çok önemli bir şey söylemek istiyorum..."

Terry onun yine düğünden bahsetmesinden korkuyordu, bunun için:

"Lütfen, Susanna, daha sonra konuşalım, daha yeni kalktım..."dedi.

"Hayır, Terry, bunu şimdi söylemeliyim, yoksa... yoksa belki de bir daha hiçbir zaman söylemem..."

Terry Susanna'nın ağlamak üzere olduğunu fark etti.

"Ne oldu, Susanna?"

"Terry, üzgünüm... Seni bütün bu zaman boyunca benimle kalmaya zorladığım için üzgünüm, sana acı çektirdiğim ve senden ve Candy'den mutluluğunuzu çaldığım için üzgünüm."

Terry onu tanıyamadı. Bu, son bir yıldır tanıdığı Susanna değildi.

"Üzgünüm, Terry. Umarım ikinizde beni bir gün affedebilirsiniz. Söyle ona onun mutlu olmasını, çok mutlu olmasını diliyorum. Bunu hakediyor."

"Susanna..."

"Bir şey söyleme, Terry..." diye Susanna gözyaşlarını sildi ve gülümsedi. "Doğru bir karar verdiğimi biliyorum ve umarım çok geç verilmemiştir. Mutlu ol, Terry."

Susanna kapıyı kapattı ve gitti. Eve geldiğinde, artık eski Susanna değildi. Artık yeni bir kızdı, daha güçlü ve herşeye yeniden baştan başlamaya hazır bir kız.

*****


Terry yere oturdu. Çok şaşırmıştı. Başlangıçta Susanna'nın delirdiğini düşündü. Her bir gün onun aşk, evlilik ve birlikte yaşayacakları hayat hakkındaki sözlerini dinlemek zorundaydı ve herşey bir saniye içinde değişmişti. Neden? Neden bu sözleri daha önce söylememişti? Şimdi ikisi içinde ayrı yollara gitmek en iyisiydi, ama Candy... Terry yeniden Candy ile olabileceğine emin değildi.

"Belki de beni unutmuştur... belki de bensiz mutludur. Bir gün Susanna'yı seçmiştim ve şimdi eğer mutluysa Candy'yi suçlayamam. Ve onun hayatına karışamam. Ona gidemem."

*****


Bir hafta sonra New York'ta herkes ünlü aktör Terruce Grandchester'ın Susanna Marlowe ile evlenmeyeceğini biliyordu. Terry'nin hayranları mutluydu çünkü Terry yeniden özgür gibi görünüyordu, ama onun gerçek hisleri hakkında hiç bir şey bilmiyorlardı.

"Chicago'ya birlikte dönmeye karar verdik. Richard işe dönmeli, ve ben Chicago'nun tiyatrolarından birinde iş bulmaya çalışmaya karar verdim. Broadway'dekiler kadar meşhur değiller, ama birbirimizden yeniden ayrılmak istemiyoruz. Ve seninde bizimle birlikte gelmeni isteriz", diye oğluyla konuşuyordu Eleanor Baker kafeleren birinde yemek yerlerken.

Terry ne cevap vereceğini bilmiyordu. Chicago'ya dönmek ve Candy'yi yeniden görmek en büyük arzusuydu ama onunla karşılaşmaktan korkuyordu.

"Burada kalsam daha iyi olur", dedi.

"Neden, Terry? Susanna'yla olan hikâye geçmişte kaldı. Candy hâlâ seni seviyor. Neden mutlu olmayı reddediyorsun?"

Terry sessiz kaldı.

"Karar verdim, anne", dedi bir süre sonra. "Candy... Ayrı yollardayız. Hayır, anne, Chicago'ya dönmeyeceğim."

"Senden başka sözler duymak isterdim, ama kararını verdin ve seni ikna etmeye çalışmayacağım. Zaman gösterecek..."

Akşam Eleanor ve Richard Chicago'ya giden trene bindiler. Terry gözden kaybolana kadar treni izledi.

*****


Terry eve gidiyordu ve Chicago'ya son ziyaretini hatırlıyordu. Candy'yi görmüştü ama onunla konuşmamıştı. Mutlu görünüyordu. Albert ona onun mutlu olduğunu söylemişti.

"Candy... Candy... Benim güzel Çilli'm... Çilli meleğim" diye düşündü Terry.

"Aptal Terruce Grandchester! Tek aşkını kaybetmiştin. Bunu yeniden yapma!" dedi içindeki sesi ona. "Aptal olma, Terry. Şu an hayatının en büyük hatasını yapıyorsun, çünkü bir salak gibi, seni hiç bir şeyin tutmadığı bu kasabada kalıyorsun!"

Terry dairesine geldi, en gerekli eşyaları aldı ve tren istasyonuna aceleyle gitti. O gece Chicago'ya giden son trene yetişti.

*****


Eleanor ve Richard ertesi öğlen Chicago'ya vardılar. Eleanor bir an önce kendisinin ve sevdiği erkeğinin yeniden birlikte olmalarına yardım eden çilli kızla konuşmak istiyordu, bunun için Richard Eleanor'u Albert'ı ve Candy'yi görmeye götürdü. Albert ikisini de gördüğü için mutluydu, ama Candy evde değildi.

"Candy nerede?" diye sordu Bay Grandchester.

"Biliyorsunuz, yarın doğumgünü, bu yüzden kutlamayı hazırlamak için Patty, Tom ve Flanny'le birlikte Ponny'nin evine gittiler. Annie ve Archie balayından bu akşam dönecekler ve hepimiz yarın Candy'nin doğumgününü kutlamak için Ponny'nin evine gideceğiz. Siz ikiniz de davetlisiniz tabii ki."

*****


Kapının yüksek sesle vurulması Albert'ı uyandırdığında gece yarısıydı.

"Kim akşam rahatça uyuyamıyor?" diye düşündü sinirle.

"Terry?!" diye haykırdı kapıyı açtığında.

"Candy nerede? Onu görmeliyim"

"Evde değil. Ama gece yarısı burada ne yapıyorsun? Umarım son ziyaretindeki gibi değildir."

"Hayır, Albert, sarhoş değilim ve delirmedim. Candy'yi seviyorum ve onu görmeye geldim. Onunla bütün hayatımı geçirmeyi arzuluyorum ve şimdi çok ciddiyim. Nerede O?"

"Ponny'nin evinde."

"Teşekkürler, derhal oraya gidiyorum. Daha sonra yeniden konuşuruz."

"Terry... bekle! Bir şey anlamıyorum. Susanna nerede?"

"Birbirimizden tamamen ayrıldık, Albert. Nişanlanmamız büyük bir hataydı. O bunu anladı ve mutlu olmamı istedi. Üzgünüm, Albert, ama Candy'yi görmeliyim", ve Terry oradan kaçtı.

*****


Sabah erkendi. Ponny'nin evinin etrafında herşey sakin ve sessizdi. Çocuklar hâlâ uyuyorlardı. Patty ve Flanny de uyuyordu. Candy, Bayan Ponny ve Rahibe Maria'nın mutfakta konuştuklarını duyabiliyordu. Candy biraz yalnız kalmak istediğini hissetti, bunun için pencereden çıktı ve Ponny'nin tepesine gitti. Ağaca tırmandı ve gözlerinin görebileceği en uzak yere baktı. Bugün onun 18. yaşgünüydü. Yıllar önceki gibi ağaca oturdu ve hayatı gözlerinin önünden geçti. Bu tepede duran küçük çilli kız ve mavi gözlü diğer kız... Tepedeki prens... Bay Brighton'ın ziyareti ve Annie'nin gidişi... Anthony... Archie ve Stear... Bay Albert... St Paul okulu... ve daha daha bir sürü şey... Terry... Gemideki ilk karşılaşmaları... Her zaman çilleriyle alay etmişti... ve ona onunla birlikte bu tepeye geleceğine söz vermişti... Birden Candy sokakta hızla ilerleyen taksiyi gördü.

"Galiba bu Annie ve Archie ile Bay Albert. Gitmeli ve onu görmeliyim. Ama tuhaf, buraya şimdi gelmeleri için çok erken. Chicago'dan gece ayrılmış olamazlar."

Candy ağaçtan indi ve çimlere oturdu.

"Hayır, şimdi gitmeyeceğim ve onların hediyeleri hazırlamalarına izin veriyorum..." diye güldü Candy kendi kendine. "Her halükarda, burada oturmak o kadar güzel ki. Güneş parlıyor, ve kuşlar şarkı söylüyor..." diye Candy uzandı ve gözlerini kapadı.

"Candy" diye bir ses onu çağırdı birkaç dakika sonra.

Gözlerini açtı ve başını çevirdi. Terry yanında duruyordu.

"Sözümü tuttum, Candy. Hatırlıyor musun, seninle buraya geleceğimi söylemiştim... ve birlikte Ponny tepesinin en tepesinde duracaktık..."

Candy gözlerine inanamıyordu. Terry... Terry buradaydı... Ayağa kalktı.

"Terry? Burada mısın? Uyuyor muyum? Bu rüyayı daha önce görmüştüm..."

"Bu rüya değil, çilli meleğim. Buradayım ve eğer seninle sonsuza kadar kalmama izin verirsen, hiçbir zaman gitmeyeceğim."

Ağacın gölgesine oturdular ve aynı anda herşeyden ve hiç bir şeyden konuştular. Bu dünyada onları yeniden ayırabilecek hiç bir şey yoktu. Ne Eliza'nın St Paul'daki gibi entrikaları, ne Susanna ve annesi... Hiç bir şey.

*****


Terry cebinden bir armonika çıkardı.

"Hâlâ onu tutuyor musun?" dedi Candy çok şaşkın.

"Elbette. Senin bana verdiğin hediyeyi atamazdım", diye gülümsedi Terry ve armonikayı çalmaya başladı. Bir süre sonra durdu ve:

"Bu yer gerçekten de Londra'daki tepeye çok benziyor. Tepelerin benzerliği beni gerçekten şaşırttı. Ve İskoçya'daki tepe. İskoçya'daki yaz tatilini hatırlıyor musun?"

"Hatırlıyorum", diye cevap verdi Candy sakince.

"Dans edelim, Candy."

Üç yıl önce İskoçya'da yaptıkları gibi dans ettiler ve sonra Terry yine şefkatle Candy'yi öptü. Ve bu defa O da onu öptü.

"Doğumgünün kutlu olsun, Candy!" dedi bir süre sonra. "Yılın en güzel gününü, senin doğumgününü unutabileceğimi düşünme", diye Terry gülümsedi. "Sana hediyem olmadığı için üzgünüm."

"Bu en olağanüstü doğumgünü, çünkü sen benimle buradasın", diye cevap verdi Candy.

"Gidelim, herkes seni bekliyor. Kendi doğumgünü partini kaçıramazsın. Umarım hâlâ hızlı koşabiliyorsundur, Çilli?"

"Ponny'nin evine senden önce varacağım, Terruce Grandchester!"

"Göreceğiz, Çilli", diye cevap verdi Terry ve her ikisi tepeden koşarak indiler. Kimse birinci değildi, çünkü ikisi de aynı anda Ponny'nin evine ulaştılar.

Herkes çoktan oradaydı. Bayan Ponny, Rahibe Maria, çocuklar, Tom ve Patty, Albert ve Flanny, Annie ve Archie, Eleanor Baker ve Richard Grandchester. Önceki gece Terry ile konuşan Albert ve Terry'ye Candy'nin içeride olmadığını ve galiba tepeye gittiğini söyleyen Rahibe Maria ve Bayan Ponny dışındaki herkes Candy ve Terry'yi birlikte gördükleri için şaşırmıştı. Ama hepsi Candy'nin yeşil ve Terry'nin mavi gözlerindeki mutluluğu gördükleri için mutluydu.

"Sıradaki senin düğünün olacak gibi görünüyor, Candy. Güllerimi hatırladın mı?" diye Annie gülümsedi.

"O kadar mutluyum ki, Annie", diye cevap verdi Candy. "Daha önce hiç olmadığım kadar."

Doğumgünü partisi başladı ve Ponny'nin evinde olan bütün partilerin en olağanüstüsüydü.

*****


Akşam olmuştu. Güneş neredeyse tepelerin arkasına saklanmıştı. Her şey yavaş yavaş gelen gecenin gölgelerine bürünüyordu. Ponny'nin evi sakin ve sessiz duruyordu. Misafirlerin bazıları Chicago'ya dönmüştü, bazıları da oturma odasında oturuyorlardı ve konuşuyorlardı. İki genç kişi evden dışarı çıktılar ve birbirlerinin elini tutarak yavaş yavaş yeniden Ponny'nin tepesine gittiler.

"Candy", dedi Terry tepenin en tepesine ulaştıklarında. "Bak, güneş neredeyse kayboldu. Güneşin batışı ne kadar güzel. Ve bize ait, tıpkı St Paul'daki günler gibi, İskoçya'daki tatil gibi, tıpkı birlikte tecrübe edeceğimiz bir sürü şey gibi... Bayan Candy White Audrey, Bayan Grandchester olmak ister miydin? Benimle evlenir misin, Candy?"

"Evet, sevgili Terry", diye cevap verdi Candy yeşil gözlerinde birden beliren mutluluk gözyaşlarıyla. "Seni o kadar çok seviyorum ki!"

"Ben de seni seviyorum, çilli meleğim. Sonsuza kadar seveceğim..." dedi Terry ve dudakları tatlı bir öpücükte buluştu.

İki koyu silüet tepede duruyordu ve etraflarında güneşin batışı en olağanüstü renkleriyle, sadece ikisi için, parlıyor ve pırıldıyordu. Sonsuza kadar. Dünyanın sonuna kadar.

SON



Bu hikâye hakkındaki düşüncelerinizi söylemek için Aleksandra'ya yazın. (lütfen ingilizce ya da rusça yazın).


Tercüme hakkındaki düşünceleriniz için bana (site sahibine) yazın.

SocialTwist Tell-a-Friend